Çünkü Krallar ve imparatorlar ülkeyi Tanrı’nın emir ve yasaklarına uygun şekilde yönettikleri sürece meşruiyet kazanıyorlardı. Orta Çağ’da Asya ve Avrupa devletleri meşruiyetlerinin kaynağını genellikle dine dayandırmışlardı. Bu anlayışa göre iktidarı ele geçiren yöneticiler devletin tanrısal bir kurum olduğunu, onun isteğiyle kurulduğunu, kendilerinin ise tanrının yeryüzündeki temsilcileri olduğunu söylüyorlardı.